İstanbul 10°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Tarihteki köklü Selçuklu şehirleri nasıl kuruldu?

Şamanizm’den sonra İslam’ı kabul eden göçebe Türk boyları, bu dönemde yerleşik düzendeki ilk şehirleri de Selçuklular zamanında kurdular.

Selçuklu şehir kültürünün en önemli unsurlarından biri de çıkmaz sokaklardı. Çıkmaz sokaklar mahalledeki güvenliği ve dayanışmayı sağlardı. 11. yüzyılın ortalarında Horasan bölgesinde büyük bir güç olarak ortaya çıkan Selçuklular, kısa sürede İran, Irak, Suriye ve Anadolu coğrafyasına hâkim oldular. Egemen oldukları bölgelerde siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatın gelişiminde önemli bir rol üstlenerek köklü bir medeniyetin temelini attılar.

Selçuklular, Türk millî medeniyeti ile İslâm medeniyetinin bileşenlerinin kaynaşması suretiyle Türk İslâm medeniyetini meydana getirdiler. Selçuklular zamanında Türk-İslâm medeniyetine dair yapılanların başında kuşkusuz şehirleşme ve şehir kurma faaliyetleri gelmektedir.

Hunlarla birlikte şehirleşme ivme kazandı

Türk tarihinde Hunlardan itibaren uygulanma safhasına konulmaya başlanılan şehirleşme faaliyetleri Selçuklular ile birlikte kısa sürede ivme kazandı. Orta Çağ devletlerinin idarî yapısında merkezî bir konuma sahip olan şehirler, Selçuklu idarî biriminin de ana unsurudur.

Selçuklu şehirleri, tipik bir İslâm şehri olarak tasarlanmış olmasına rağmen kendine özgü farklılıklara sahiptir. Bu bağlamda İran ve Horasan coğrafyasında yer alan Selçuklu şehirleri ile Anadolu’daki Selçuklu şehirleri arasında uyum ve ahenk söz konusudur.

Selçuklular ve Beylikler döneminde Anadolu’da ilk Türk şehirleşmesinin temeli atıldı. Hayatın devam ettiği Bizans şehirleri el değiştirerek Türklere geçtikten sonra şehirlere Müslüman Türk toplumunun unsurları ve özellikleri hâkim oldu.

Şehirlerin adları Türkçe telaffuza uyarlandı. Aynı zamanda Selçuklular yeni şehirler kurdular. Yeni oluşturulan iskân yerlerine Türkçe isimler verildi. Böylece Anadolu şehirleri, Türk-İslâm kültür öğelerini bünyesinde barındıran yeni bir görünüm kazandı. Mimarî, İlmî, sosyo-kültürel çalışmalar ve yerleşim devam ederek şehrin gelişimi tamamlandı. Türkiye Selçuklularının egemen olduğu Anadolu şehirlerinde tam anlamıyla Türk çehresinin hâkim olduğu söylenebilir. Zamanla gelişen bu şehirlerde nitelik bakımından olduğu gibi nicelik itibariyle de hızla çoğalarak büyüme kaydedildiği görülür. Şehirlerin yapısı Büyük Selçuklu şehirleri genel olarak iç kale, asıl şehir (orta şehirşehristan- şaristan) ve rabaz (dış şehir) şeklindeki üçlü yapılanma sisteminden oluşmaktaydı.

Halkın çoğunluğunun yaşadığı şehristanda nüfusun giderek artması nedeniyle ortaya çıkan dış mahalleler şehrin rabaz kısmını oluşturmaktaydı. Şehristanın dışında yer alması nedeniyle şehrin bu kısmına dış şehir veya varoş denirdi. Bu yapılanma bir bütün olarak Selçuklu şehrini oluşturuyordu.

Anadolu’da Türk varlığının ve hâkimiyetinin sembolü olması bakımından, belirli mesafelerde, tabii şartların imkân verdiği alanlarda kalelerin mevcudiyeti önemliydi. Selçuklu dönemi Anadolu şehirleri de iç kale, surların çevrelediği iç kısmı ifade eden batın, dâhil, içeri şehir, şehristan veya derun (enderim) ile surların dışında kalan zahir veya birun olarak anılan bölümlerden oluşuyordu. Bazı Anadolu şehirlerinde sadece iç kale veya dış kaleden birinin bulunduğu görülmektedir. Şehirler ve camiler İslâm şehirlerinde esas unsur, etrafında sakinlerin iskân ettiği ibadet merkezidir. İslâm egemenliği altına giren şehirlerde öncelikle ibadet mekânı olarak bir cami inşa edilirdi. Selçuklular zamanında da şehrin en belirgin özelliği camilerdir. Selçuklularda Mescid Cami adıyla geçen caminin şehrin en büyük camisi olduğu anlaşılmaktadır. Ravendi, Nîşâbur’daki Mutarriz adlı Mescid-i Caminin büyük bir cami olduğunu ve bin erkeğin bu camide namaz kıldığını belirtmektedir. Türk yöneticiler Anadolu’da İslâm’a açtıkları şehir veya kasabalara cami ve mescid yaptırmışlar ve buralara imam, hatip, müezzin ve muarrif gibi dinî görevliler atamışlardır.

Türk-İslâm geleneğinde fethedilen şehirde bulunan en önemli kilise veya dinî mabet fetih ve hükümranlık hakkı olarak camiye veya mescide çevrilmekte, bir süre buralardan istifade edilmekteydi. Bu yapılara kiliseden çevrildiği için halk arasında Kilise Camii veya fetihle alakalı olarak Fatih, Fetih veya Fethiye Cami denmekteydi. Türkler, Anadolu’da hâkimiyeti sağladıktan kısa süre sonra kendi camilerini inşa ederek bu coğrafyayı tam anlamı ile bir Türk-İslâm beldesi haline getirmişlerdir.
Bu kültürün sembolü olarak hemen hemen her yerde bir Ulu Cami inşa edilmiştir. Büyük Selçuklularda şehrin merkezinde yer alan Mescid Cami, Anadolu şehrinin belirleyici unsuru olan Ulu Camilerin temelini teşkil etmektedir. Ulu Camiler, Büyük Selçukluların tesiriyle önce Cuma Mescidi adıyla anılmıştır. Yeni inşa edildiği için bazen Cami-i Cedid veya ilk ve büyük olmasından dolayı Cami-i Kebir adı da verilmiştir.

Cami çevresinden başlayan şehirleşme

Sivil mimari genellikle iskânın çekirdeğini oluşturan Ulu Caminin etrafında gelişmiştir. Özellikle şehrin sosyal, kültürel ve ekonomik yapısını oluşturan medreseler, hanlar, hamamlar, kümbetler Ulu Caminin yakınında inşa edilmiştir. Bilhassa hamam, medrese, imaret gibi sosyal işlevi olan binaların eklenmesiyle külliyeler oluşmaktaydı. Külliyeler yaşam kültürünün önemli sembolleridir.

Anadolu şehirlerinde Selçuklu dönemine ait pek çok külliyenin varlığı bilinmektedir. Camiler aynı zamanda eğitim verilen yer olarak da kullanılırdı. Bununla birlikte din bilginlerinin sohbetlerinin dinlendiği, dini konuların tartışıldığı, müşavere amaçlı toplanılan, günlük konuların tartışıldığı mekânlardı.

Şehirlerin nüfusu Selçuklu şehirlerinin nüfusu hakkında net bir rakam vermek mümkün değildir. Selçuklular zamanında tahrir yapıldıysa da bunlarla ilgili kayıtlar günümüze ulaşmamıştır. Ancak şehrin Selçuklu dönemi fizikî özelliklerini, sosyal ve ekonomik şartlarını göz önünde bulundurarak nüfusun dağılımı ve sayısal veriler elde edilebilir. Bununla birlikte elde edilen bilgilerin tümünün değerlendirilmesine rağmen sadece yaklaşık rakamlar söylenebilmektedir. Şehir merkezinde temel ibadet kurumu olarak yer alan Ulu Cami şehrin Müslüman nüfusunun tespit edilmesini sağlayan önemli bir faktördü. Caminin genişliği ve kapasitesinden hareketle tahmini bir nüfus belirlemek mümkündür. Anadolu’da 12. yüzyıldan itibaren Türk nüfusu artmıştır. Özellikle 13. yüzyılda şehirli nüfusun asıl önemli kesimini Türkler oluşturuyordu. Tahmini rakam vermek gerekirse şehir nüfusunun 10 bin ila 30 bin arasında olduğu söylenebilir. Büyük şehirlerde nüfusun daha kalabalık olduğu bilinir. Ticarî yolların merkezinde olması nedeniyle, Sivas ve Kayseri gibi şehirlerin nüfusunun Selçuklular zamanında 100.000’i aşmış olduğu ifade edilir. Malatya’nın 12-15.000, Niğde gibi daha küçük şehirlerin ise 4.000-4.500 nüfusa sahip olduğu yaklaşık olarak tespit edilmiştir.

Şehirlerde hayat Selçuklu şehirleri, cami, hükümet konağı, medrese, han, hamam, çarşı, mahalle gibi yapılardan oluşuyordu. Mahalleler Selçuklu şehirlerinin çekirdeğini oluşturmaktaydı. Mahalle veya semtlerin camilerin, mescidlerin, medreselerin ve zaviyelerin etrafında şekillendikleri görülmektedir.

Çıkmaz sokak kültürü

Mahallelerde genellikle daha çok aynı aileden veya boydan kişiler otururdu. Mahallelerin ana unsuru sokaklardı. Sokaklar genellikle dardı. Selçuklu şehir kültürünün en önemli unsurlarından biri de çıkmaz sokaklardı. Çıkmaz sokaklar mahalledeki güvenliği ve dayanışmayı sağlardı. Günümüzde çok nadir de olsa Anadolu’da bazı şehirlerde çıkmaz sokaklara rastlamak mümkündür.

Selçuklu şehirleri İktisadî faaliyetlerin yapıldığı çarşı, pazar gibi ticaret merkezlerinin tesis edilmesiyle fizikî olarak gelişme göstermiştir. Aynı meslekten olanların bir araya gelerek meydana getirdiği çarşılar mevcuttu. Büyük Selçuklular zamanında sarraflar, kuyumcular, debbağlar, dokumacılar, bakırcılar, çömlekçiler ve ayakkabıcıların bir arada olduğu çarşılar vardı. Anadolu’da da çeşitli meslek grupları kendilerine ait çarşılarda faaliyet gösterirdi.

Selçuklu şehirlerinde çarşılarda esnaf ve zanaatkârlar çeşitli meslek gruplarına ayrılıyordu. Bunlar arasında derici (debbağ), aşçı, başmakçı, demirci, helvacı, kasap, terzi, külahçı, saraç, kuyumcu, bıçakçı, kalaycı, bakırcı, eskici, altıncı, bezzaz, tuzcu, habbaz, kürkçü gibi satıcı veya meslek erbabını saymak mümkündür. Başlangıçta tarımsal ihtiyaçları karşılamaya yönelik merkezler olarak gelişen şehir, 12. yüzyıldan itibaren ekonomik temele dayalı olarak yapılanmıştır.

Siyasî ve kültürel öneme sahip olan Ahlat, Erzurum, Erzincan, Malatya, Mardin, Maraş, Urfa, Bitlis, Hısm Keyfa, Diyarbakır, Ayıntab gibi şehirlerde ekonomik alanda da büyük gelişmeler yaşanmıştır. 13. yüzyılın başlarından itibaren ise Sivas, Tokat, Kırşehir, Kayseri, Amasya, Niğde, Konya gibi Orta Anadolu şehirleri siyasî, sosyal, İktisadî ve kültürel alanda hayli ilerleme göstermişlerdir. Konya, Kayseri, Sivas, Samsun ve Aksaray büyük çarşılara sahip ticarî açıdan önemli Anadolu şehirlerindendi. Şehirlerdeki yaşamın mahallelerde, evlerin, dükkânların ve ibadet yerlerinin etrafında döndüğü anlaşılmaktadır.

Türkiye Selçukluları devrinde, şehirlerdeki Müslüman ve gayrimüslim halk genellikle ayrı mahallelerde otururdu. Türkler ile gayrimüslim halk arasında yoğun olarak kaynaşma veya karışma görülmemekteydi. Müslüman Türkler dil, din ve medeniyet hususunda hiçbir zaman etki altında kalmamışlardır. İki toplum arasındaki ticarî ilişkiler haricinde, münasebetler genellikle kadınlar vasıtasıyla komşuluk şeklinde yaygındı. Müslüman ve gayrimüslim halkın birbirleriyle dükkân komşusu oldukları, alışveriş yaptıkları, birbirlerinin sosyal faaliyeti olan düğün, ayin gibi törenlere katıldıkları bilinmektedir.

Şehir halkı doğal afetlere, savaşlara, hastalıklara, doğumlara, ölümlere, eğlencelere ve yaşanılan daha pek çok hadiseye ortak olmuştur. Şehrin güvenliği Selçuklu şehirlerinin güvenliği genellikle surlarla sağlanmaktaydı. Bazı şehirlerde çift sur uygulamasının olduğu görülmektedir. Sabah açılıp akşam kapatıldığı bilinen surlardaki kapılar ile şehre giriş çıkış sağlanıyordu. Şehre kimlerin girip çıktığının kontrol edildiği kapılar güvenlikte önemli rol oynuyordu.

Türkiye Selçuklu başkenti Konya’nın sağlam ve büyük kapısı vardı. Bahçe duvarları da düşmana karşı mevzi almak için kullanılırdı. Şehirlerin güvenliğini ve dıştan gelecek tehlikeyi önlemek amacıyla surların dışında ilâve olarak savunma sistemi vardı. Hendekler veya duvarlar aracılığıyla kurulan düzen ile şehrin emniyeti sağlamlaştırılırdı. Çukurlar kazılarak oluşturulan hendeklerin içi su ile doldurulurdu. Yağmur sularının şehre girmesini engelleyen hendekler şehri sellerden de koruyordu. Şehir içinde de güvenliği sağlamak için gerekli tedbirler alınırdı.

Müslüman nüfus ile gayrimüslim nüfusun yaşadığı yerler arasına daha ziyade huzuru ve güvenliği sağlamak amacıyla yeni bir sur yapılıyordu. Halk arasında huzursuzluğun yaşanmaması için sorun çıkaranlar cezalandırılırdı.

Selçuklu şehirlerinin kimliği Medeniyet denilince ilk akla gelenlerden biri de şehrin güzelliğine nizam veren sanattır. İbn Haldun’un vurgulamak istediği gibi medeniyet insanı sanat üretmeye davet eder. İbn-i Haldun’un tefekküründe şehirleşmenin en önemli vasıtası olan sanat, medeniyete tâbi ve onun gereği olan hususların neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Selçuklu şehirlerinde inşa edilen cami, medrese, han, hamam gibi yapılardaki işçilik Selçuklular zamanında Türk sanatının erişilmez derecede yüksek örnekleri olarak günümüze gelmiştir. Bazı şehirler siyasî, İlmî, dinî, sanatsal, kültürel ve sosyal bakımdan kendine has birtakım belirgin hususlarla öne çıkmış ve önem kazanmıştır. Şehirler kurucularından, üzerlerinde yaşattıkları değerlerden ve taşıdıkları misyon neticesinde isimlerinin dışında unvanlar almışlardır. Böylece bu şehirler yeni kimliklere sahip olmuşlardır.

İslâm dünyasında şehirlere unvan verme geleneği

Selçuklular zamanında yaygın bir şekilde görülmektedir. Orta Asya ve İran coğrafyası bağlamında akla gelecek Selçuklu şehirlerinden ilki Nişabur’dur. Nîşâbur, Selçukluların önemli şehirlerinden biridir. İslâm dünyasında ilk medreselerin kurulduğu şehirde Selçuklular zamanında birçok medrese yapılmıştı. İbn Battûta Nîşâbur’un Horasan’ın dört büyük şehrinden biri olduğunu yazmıştır. Ayrıca Nîşâbur’a “Küçük Dimaşk” unvanı verildiğini belirtmiştir. İsfahan ve Tebriz şehirleri de Selçuklu, İlhanlı, Türkmen ve Safevî devletlerinin başkenti olduğu için “Dârü’s-Saltana” sıfatını taşımıştır. İsfahan “nısf-ı cihan” (dünyanın yarısı) unvanıyla anılan tarihî önemi büyük bir şehirdir. Türk-İslâm medeniyeti dairesinde yer alan, İlmî faaliyetleri ile temayüz eden Merv, “Kubbetû’l-İslâm” unvanı verilen şehirlerdendir. Ayrıca önemli bir merkez olması ve diğer Merv isimli yerlerle karıştırılmaması nedeniyle Orta Çağ coğrafyacıları “Merveşşâhicân (Mervüşşâhicân)” denilmesini uygun görmüşlerdir.

Büyük Selçuklular zamanında başkent olan şehir “Sultan Kala” adıyla anılmıştır. Anadolu sahasında ise Ahlat en önemli şehirlerden birisidir. Ahlat, Türk-İslâm medeniyeti anlayışı ile örgütlenmiş, dinî ve sosyal kurumlar ile donatılmıştır. Sosyal ve kültürel ilerleme sonucu Bağdat, Buhara ve Belh ile rekabet edecek seviyeye ulaşmış ve “Kubbetül İslâm” unvanı ile anılmıştır. Sultan I. Alâeddin Keykubad, Ahlat için “Muvahhidlerin meskeni, emniyetli, zahid ve abidlerin kaynağı, hafızların ve imamların yurdu olan Kubbetül-İslâm şehri” ifadelerini kullanmıştır.

Her şehrin bir unvanı vardı

Konya başkent olması hasebiyle Dârü’l-Mûlk, Sivas “Dârü’l âlâ” (Yücelik beldesi), Kayseri ise “Dârul-Feth” unvanını almıştır. Malatya, Türkiye Selçukluları devrinde önemli bir merkez haline gelen şehirlerden bir diğeridir. Şehir, asalet ve üstünlük ifadesi olarak “Dârur Rıf’a(t)” unvanını almıştır.

Malatya’daki Şehabiyye-i Kübra Medresesi dönemin büyük üniversitelerinden sayılmaktadır. Meşhur âlimler ve mutasavvıflar burada yüksek ilim dersleri vermişlerdir. Bu bağlamda kültürel açıdan altın çağını yaşadığı için bu şehre yukarıdaki unvan verilmiş olmalıdır. Selçuklu devrinin önemli şehirlerinden bir diğeri olan Niğde, 1071 Malazgirt Savaşından sonra Türk hâkimiyetine girmiştir. Aksaray, Ereğli, Kayseri şehirlerinin kuşattığı alanda yer alan Niğde şehrinin surları ilk defa I. Süleyman Şah tarafından yaptırılmıştır.

Pehlivanlar şehri

Pehlivanlar yurdu manasında “Dârul pehlivâniye” unvanı ile birlikte “Rum memleketleriyle cihâdın medârı” (medârû’l-cihâd bi’lmemâlik-i Rumiyye) sıfatı kullanılmıştır.
Karamanoğlu Ali Bey tarafından Niğde’de yaptırılan Akmedrese vakfiyesinde “Dârü’lpehlivâniye” unvanıyla birlikte Niğde’nin âşık olunan-sevilen (şehir) manasında “maşûkiye” unvanıyla da maruf olduğu belirtilmektedir.

Vakfiyenin 1415 yılında düzenlendiği bilindiğine göre bu unvanın bu tarihten ne kadar önce kullanılmaya başladığı konusunda bilgi mevcut değildir. Aksaray, Sultan II. Kılıç Arslan tarafından inşâ edilmiştir. Şehir, sultanın askerî üssü ve ikametgâhıdır. Bu nedenle “Dârü’z-Zafer”, “Bâbû’l-Cihâd”, “Dârü’l-Cihâd”, “Dârü’r-Ribat” gibi unvanlarla zikredilmiştir. Sinop bu dönemde öne çıkan bir diğer şehirdir. Selçuklu dönemi şairlerinden Sadeddin Mesud, Sinop hakkında kaleme aldığı şiirde Sinop için toprağı amber, havası misk, zemini cennet, kızları ahû gözlü, inci, bedr-i tam ve insanı zarif gibi pek çok güzelliklerle tavsif ettiği şehri “Cezîretû’l-uşşak” yani “Âşıklar Adası” olarak göstermiştir. Tüm bu güzelliği ve eğlence hayatı ile şöhret kazanan Sinop yerli ve yabancı kaynaklarda bu unvan ile anılmıştır.

Selçuklular ve Osmanlılar zamanında öne çıkmış belli başlı şehirlerden olan Amasya pek çok mümtaz lakaba sahiptir; “Medinetu 1-Hükema (hikmet sahiplerinin şehri), Bağdâdü’rRum (Anadolu’nun Bağdad’ı), Rumiyye-i Suğra (küçük Roma), Ermeniyye-i Kübra (Büyük Ermeniyye), Hısnû’l-Mirat (Ayna Kalesi veya Aynalı Hisar), Kubbetû’l-Ulemâ (Âlimlerin Merkezi), Türbetü’l-Evliya (Evliyaların Toplandığı ve Defn Edildiği Yer), Dârü’n-Nasr (Nusret ve Zafer Yurdu), Dârü’l îzz (İzzet ve Şeref Yurdu), Dârü’l-Fütûh (Fetihlerin Çıkış Noktası) ve Kasrû’s-Selâtin (Padişahların Köşkü)” şehrin unvanlarındandır.

Dârü’n-Nasr (zafer yurdu), Engüriye ismiyle geçen Ankara’nın unvanı Dârü’l-Hısn (müstahkem belde), Adıyaman; Hısn-ı Mansur, Bayburt; Dârü’l-Celâl, Samsun, Antalya ve Denizli uc/hudut şehri manasında Dâriı’s-sagr unvanı almışlardır. Selçuklular zamanında şehirlere unvan verme geleneği Osmanlılar devrinde de devam etmiştir. Evliya Çelebi, Osmanlı şehirlerinin vasıflarını ayrı bir başlık altında değerlendirmiştir. Bilhassa kutsal addedilen Mekke, Medine ve Kudüs gibi şehirlerin unvanları ile birlikte kullanılmasına itina gösterilmiştir. Bununla birlikte İstanbul, Bursa, Edirne, Şam, Halep ve Belgrad gibi Osmanlı şehirleri unvanlarıyla birlikte daha yaygın kullanılan şehirler olmuşlardır.

Tülay Metin-Muhit Dergisi

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Bodrum’dan kaçış devam ediyor