Avrupalının son yazlık ülkesi Karadağ oldu… Belki de insanlık tarihinin en büyük barış projesi olan Avrupa Birliği (AB), İkinci Dünya Savaşı’nın hayatta kalmayı başaran neslinin Avrupa’ya yegane hediyesidir. Gözlerini işinden ayırmadan çalışarak bugün dünyadaki cennet Shengen bölgesini hayata geçiren Avrupalı’nın tek zevki var: 11 aylık emeğinin karşılığında bir aylık Akdeniz seyahati.
Bugüne kadar da Fransa’nın Cote d’Azur sahillerinden İspanya’daki Endülüs esintilerine, İtalya’daki Roma mirasından Yunanistan’ın Ege Adaları’na kadar her Akdeniz ülkesini bir turizm yıldızına dönüştürdü. Şimdilerde de Adriyatik sahillerindeki minik tatil ülkesi Karadağ radarına girmiş durumda.
2006’da Sırbistan’dan ayrılan ülke, o günden beri sürekli artan bir grafikle Avrupalı turistin ilgisine mazhar oluyor. Önceleri sadece Sırbistan’dan ve Rusya’dan misafir ağırlarken bugün Avrupa’nın her ülkesinden gelen turistler yıllık 10 milyondan fazla gece bu küçük tatil ülkesinde konaklıyor. Artıştaki göz kamaştırıcı grafiğe de bakılırsa, Avrupalı yeni yazlığını buldu.
Zaten Karadağ’a yapılan “Akdeniz’in yeni Fransız Rivierası” benzetmesi artık herkesin dilinde. Küçük Ama Eşsiz Bir Coğrafya 13 bin kilometrekareden biraz büyük bu minik ülkedeki doğal güzelliklere bakılırsa, yoğun ilginin sebebini anlamak hiç zor değil. Eski Yugoslavya’da adeta sayfiye şehri gibi görülerek sanayinin kirliliğinden bilinçli olarak korunmuş ülkenin bugün yarısından fazlası UNESCO tarafından dünya kültür merkezi statüsünde görülüyor.
Kuzeydeki Kolaşin ormanlarının sürekli yağmur gören Karadeniz yeşili bitki örtüsünün hayranları bulunuyor. Yazın bunaltıcı günlerinde ya da bir hafta sonunda rafting meraklılarının aşk yaşadığı coğrafyayı sadece seyretmek bile huzur veriyor. Akdeniz’in Avrupa yarımadasına süzüldüğü büyük körfezin muhafızı gibi geleni karşılayan Karadağ’ın güneydeki sahillerinde denize girmek mümkün iken, kuzeydeki bu ormanlarda kayak yapan meraklıların olduğunu bilmek ülkeye hayranlığı artırıyor.
Ülkenin tam ortasındaki Podgorica, başkent. Ülkenin en büyük ovasına konuşlanmış şehrin her gün biraz daha modern bir görünüm kazandığına dikkat çekelim. Zaten ülkenin yüzde 40’ından biraz fazlasının memleket dediği yer burası. Resmi nüfusu 200 bin, ancak İstanbul’da yaşadığımız nüfus kargaşası burada da var.
Hani deriz ya, ‘Resmi rakamlar 15 milyon dese de en az 20 milyon kişi İstanbul’da yaşıyor.’ İşte Podgorica içinde benzer açıklamaları duymak işten bile değil. Birçok yerliden duyduğum tahminlerin ortalaması 250 bini geçiyor. Zaten ülkenin en büyük ikinci şehri Bar’ın nüfusu da 50 bin. Ülke nüfusu 622 bin. Bağımsız olduğu tarihten beri hiç değişmemiş. Ama zannetmeyin ki sürekli yaşlanan bir nüfusu var. Tam tersi, erken yaşta evlenip çocuk sahibi olmak çok yaygın. Fakat ülkede iş imkanları sınırlı olunca gençler Avrupa’da çalışmaya gidiyor. Haliyle nüfus hem hep aynı sayıda hem de hep aynı yaşta.
Karadağ, ilk olarak Kotor Körfezi ile adını duyurmuş. Ölü deniz içinde bir ölü deniz olan Kotor bir doğa harikası. Her yıl cruise gemilerini dolduran 500’den fazla turist, dağlar arasındaki bu göl görünümlü denizden birkaç kare alabilmek için buraya geliyor. Kotor şehri çok büyük değil. Eski şehirden (Old City) başka görülesi bir yer yok. Yaşanabilir bir coğrafyaya sahip olmadığı için günlük ziyaretçiler alıyor. Son yıllarda gelen gemilerin körfezdeki doğal yapıyı bozduğu tartışılıyor. Önümüzdeki yıllarda cruise’ların Kotor’a demir atması yasaklanacak. Zaten gelen gemi sayısı doğal limitlerine ulaştığı için artık gelenler tek ticaret limanı bulunan şehir Bar’a yönlendirilmeye başlamış bile.
Kotor’a ulaşmak için önce Tivat Körfezi’ni geçmeniz gerekiyor. Yerleşim bölgesi olarak Kotor’a en yakın müsait coğrafya Tivat’ta. Bunu fark eden İngiliz yatırımcı 2009’da marinadan otellere ve rezidanslara kadar bir dizi yaşam alanı içeren Porto Montenegro’yu inşa etmiş.
Bu tarihten sonra süratle değerlenen ülke, marka değerini yükseltmiş. Her gencin tatil seçenekleri arasında mutlaka yer alan Budva’ya ise sanki piyango vurmuş. Çünkü Tivat sahillerinde yer kalmayınca en yakınlardaki köye yerleşen Avrupalı, şehri misliyle değerlendirmiş. Gelenler artık Budva’ya da sığmıyor. Şimdi sırada Bar şehri var.
Bar aslında sahil şeridindeki en müsait yerleşim alanına sahip. Ticaret limanı sayesinde kışın da yaşayan tek bölge denilebilir. Yazın her gün İtalya’ya gemi seferleri bulunuyor. Adını da İtalya’nın Bari şehrinden aldığı söylenir. Bar’ı ülkede ayrıcalıklı yapan iki özelliği daha var. Birincisi kozmopolit demografik yapısı. Yüzde 40’ını Ortodoks, yüzde 10’unu Katolik, yüzde 40’ını Müslüman ve yüzde 10’unu da diğer etnik ve dini gruplar oluşturuyor.
İkinci özelliği ise denizinin en güzel olduğu iddia edilen koyları. Bar’ı 20 kilometre daha geçerseniz en güneydeki sınır şehri Ülgün’e (Ulcinj) gelirsiniz. Bir Arnavut şehri görünümündeki bu tarihi yerleşim yeri, 13 kilometre uzunluğundaki ince kum plajı ile tüm Avrupa’nın ilgisini üzerinde toplayan kocaman bir tatil köyü. Zaten dünyaca ünlü turizm acentesi TUI, Montenegro Villages projesini hayata geçirmiş bile.
Ülgün, Müslümanların yoğun yaşadığı bir şehir olmasına rağmen çıplaklar kampın sahip olacak kadar da modern çizgiye sahip. Toplam 293 kilometre sahili bulunan Karadağ’ın yükselen değerleri arasındaki Ülgün patlamaya hazır bir bomba gibi. Bugünden itibaren adını daha çok duyacağınıza emin olabilirsiniz.
Karadağ hakkında anlatılacak çok hikaye var. Arnavutluk’un bu ülkeye komşu olduğunu biliyorsunuzdur. İki ülke arasında nevi şahsına münhasır habitata sahip, devasa bir göl var: Skadar Gölü. Kuş gözlemcilerinin ve şarap meraklılarının uğrak mekanı olan bu gölün bir tarafı Karadağ’da iken diğer tarafı Arnavutluk’ta. Hatta Arnavutluk tarafında bir de şehir bulunuyor. Bizim İşkodra diye bildiğimiz Shkoder ya da Shkodra. Şehir adını gölden alıyor. Skadar’ın Arnavutçası diyebiliriz. Peki lafın nereye geleceğini anladınız mı? Tarihin bir döneminde bu şehirden gelip İstanbul’a yerleşenler kurdukları yerleşim yerine buranın adını vermek istemişler. İşte hepimizin bildiği o bölgenin adı Türkler arasında Üsküdar olarak biliniyor.
Meşhur Karadağ’ın neredeyse her şehri sayısız festivale ev sahipliği yapıyor. Yaz-kış muhakkak keyifle takip edebileceğiniz bir festival bulmak mümkün. Bunlardan birkaçını sıralayalım. Sonsuz plajıyla ünlü Ülgün’de soul, jazz, funk, house sevenlerini dört gün uyutmayan Sothern Soul Festival.
Rock tutkunları için Podgorica’nın batısına düşen Niksiç şehrindeki Lake Fest. Ve 2014’te ilki düzenlenir düzenlenmez 2015’te Avrupa genelinde ‘Best medium-sized fest’ ödülüne kayık görülen Seadance Festival. Her yıl yerini değiştiren üç günlük etkinlik bu yıl Bar’ın Buljarica koyunda gerçekleşti.
Senenin üçte ikisinde güneş alan ülkeyi her görenin aklından Karadağlı olmak geçiyor. Tatil diye gelen Avrupalı’nın konuta olan talebi işin bir de ekonomik boyutu olduğunu ortaya koyuyor. Başta sahil şeridi olmak üzere neredeyse ülkenin her yeri şantiye halinde. Hal böyle olunca emlak fiyatları her yıl yüzde 14 oranında artış gösteriyor.
Şimdilerde ilk keşfedilen Tivat ve Budva’da yıllık değerlenme oranları yüzde 5’ler civarına düşse de yatırımcının yeni gözdesi olan Bar ve Ulcinj gibi şehirlerde kazanç yıllık yüzde 20’lere yaklaşıyor. Türkiye’nin konut inşaatında dünyanın en iyilerinden olduğunu bildiğimiz için, Bar şehrindeki ilk rezidans projesi için kolları sıvayan Mirna Dom’un bir Türk yerel ortaklığı olduğunu duymak sürpriz olmadı.
Şirketin Türk kurucuları Serkan Şahin ve Tolga Çom, lüks konut projeleri alanındaki 20 yılı aşkın tecrübesini Karadağ’a taşımış. Şahin, Karadağ’ın sadece Avrupalı turist için değil yatırımcı için de cazibe merkezi olduğunu belirtiyor. Getirinin matematiğini de şu şekilde özetliyor: “Şehirde yeni konut metrekare fiyatları son beş yıldır her yıl ortalama yüzde 19 değerlenmiş. Önümüzdeki beş yılda AB üyeliğinin de etkisiyle bu oranın yüzde 15’in altında kalmayacağı tahmin ediliyor. Üyelik açıklanınca da emlak fiyatlarının bir kat daha artacağı öngörülüyor. Sonuçta bugün 10 yatıranın parası beş yıl içinde 30 olacak.”
Mirna Dom’un rezidans projesi Verde di Oliva, Bar’ın Dobra Voda bölgesinde. Bar’a bağlı en değerli yerleşim merkezi. Şirketin Türk yöneticileri, ülkede konutların mutfak dolabından dahi yoksun satıldığını hatırlatarak kapalı otoparkından açık ve kapalı yüzme havuzuna, hatta fitness salonu, sauna içeren spa merkezine kadar ilkeleri barındıran bir projeye Türk imzası atmanın gururunu taşıdıklarını kaydediyor.
Bünyesinde ilkleri barındıran böyle bir teşebbüsün Türk mühendisliği sayesinde hayata geçeceğini duymamız bir miktar hoşumuza gitti. Yine de bu kadar güzel tabiata sahip koyları betona gömmenin insanlık suçu olduğunu düşündüğümüz için Mirna Dom’un projesini yeşile saygı duruşunu kaybetmeden tasarlamış olmasından daha fazla hoşlandık. Zaten Verde di Oliva’nın Türkçesi ‘Zeytin Yeşili’ olmasından, projenin yeşille içe içe olacağı anlaşılıyor. Diğer taraftan kimsenin unutmaması gereken şu düsturu tekrar hatırlatarak veda edelim:
‘İnsanlığın ömrü dünyanın ömrü kadardır.’
Arif Bayraktar- Bloomberg Businessweek
Avrupalının son yazlık ülkesi Karadağ oldu