Doktora tezinde üniversiteli işsizleri konu edinen Sosyolog Esra Erdoğan şöyle diyor: İyi okullara gider, dil öğrenir ve uygun becerilere sahip olursam iş bulurum inancı vardı. Üniversite mezununun önünde basamaklar vardı. Bu basamaklar tırmanılırdı. Şimdi önlerinde bir basamak bile yok. Derin boşluk ve belirsizlik var.
“30 yere başvuruyorum, iki üç tanesi dönüyor. İş başvuru sitelerinde kaç başvuru yaptığınızı görüyorsunuz. Baktım bin 500 civarı başvuru yapmışım. (Kerim)”
“Artık bir yerden sonra, o hayal kırıklığını yaşamamak için, işe başvurmamaya başladım. Nasıl bir hayal kırıklığı, kendini değersiz hissediyorsun haliyle. Her ret böyle bir his verir insana. Artık daha fazla yaralanmamak için içine kapanırsın. (Hakan)”
… Hakan, Kerim, Gamze, Emine, hepsi 20’li 30’lu yaşlarında. Üniversite okumuşlar; üretmek, yaratmak, hayatlarını sürdürmek için para kazanmak istiyorlar. Yeni şeyler öğrenmek istiyorlar. Onlar Türkiye’de resmi kayıtlara göre 1 milyona yakın üniversite mezunu genç işsizden birkaçı. 1 buçuk milyona yakını ise iş aramaktan vazgeçmiş.
Sosyolog Esra Kaya Erdoğan, doktora tezi olarak onları, üniversite mezunu işsizleri konu edindi. Tez, Bayağı Kalabalığız /Üniversiteli İşsizliği isimli kitapta yayımlandı.
Bağımsız araştırmacı olarak çalışmasını sürdüren Erdoğan’la üniversiteli genç işsizlere ilişkin konuştuk.
Saha çalışmasını yaptığınız dönem sonrası Covid-19 süreci yaşandı. O dönemden bu yana işsizler açısından nasıl bir farklılık var?
2020 yılı Haziran ayında üniversiteden mezun olan genç bugüne dek iş başvurusunda dahi bulunamadı. Sadece bizde değil dünyada da bir toplumsal kriz yaşandı. Beş sene öncesine göre bugün işsizlik kaygısı lise düzeyine düşmüş durumda. Türkiye’de işsizlik kaygısı üniversite son sınıfta yaşanırdı. Kaygı ve korkunun düştüğünü görüyoruz. Çok gençlerin kuzenleri, anne ve babaları, ağabeyleri işsizler. Bu realite artık o kadar yayılmış ve kitleselleşmiş ki kaygı genç yaşlara düşüyor. Bir araştırmaya göre bu nedenle psikolojik tedavi gören liseliler var.
Seçilen bölüm üzerinden istihdam edilebilirlik hesabı yaparak üniversitede bölüm seçiliyor. Bu geçmişte de vardı. Ama şimdi okul bitmeden bu hesap tutmuyor, değişiyor. İş piyasası o kadar hızlı dönüşüyor ki. Hesaplama beraberinde bir iş imkanı getirmiyor.
Kitabınızda işsizliğin daha çok orta kesim çocuklarının sorunu olduğu yönünde bir görüş var. Ne demek isteniyor burada? En alt gelir grubunda işsizlik sorunu az mı?
Bu durum diplomalı işsizlerle ilgili bir mesele. Diploma almak halen sınıfsal bir durum çünkü. Ekonomik durumu kötü olan ailelerin çocuklarının önemli bölümü üniversite okuyamıyor ki. Ailesinin geçimine katkıda bulunmak için liseyi bile bitirmeden iş hayatına atılıyor. En yukarıdakiler ve ortanın üstü için de büyük bir sorun değil. Onların çocukları zaten yurt dışına gidiyor. Üniversiteyi orada okuyor hatta liseye kadar indi yurtdışında eğitim. Dolayısıyla bir işsizlik sorunu yaşamıyor. Üniversiteli işsiz, diplomalı işsiz denildiğinde en çok orta katmanlardan gelen bu gençler anımsanıyor. Yoksa en yoksul bu sorunu yaşamıyor anlamına gelmiyor.
Bugün kentli, profesyonel meslek sahibi ve büyük bölümü tek (belki iki) çocuğu olan ebeveynler son 20-25 yılda en büyük harcama kalemini eğitime ayırdı. Bu ebeveynler daha büyük bir yıkım mı yaşıyor?
Büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor elbette. Eğitimin bu kadar finansallaştığı bir ortamda orta sınıfın eğitim yatırımı ailenin kendi kaynaklarıyla oluyor. Neredeyse anaokulundan başlayarak ortalama 17 yıl çocuğa akıtıyor. Üniversite mezunu olan ve bugün 40’lı 50’li yaşlarını süren bir ebeveynin yetiştiği dönem meritokrasinin ve kısmen refah toplumunun olduğu bir dönem. O dönemde işsizlik yok mu? Var ama bu kadar uzun sürmüyor, bu kadar yaygın değil. İyi okullara gider, yabancı diller öğrenir ve piyasanın beklentilerine uygun becerilere sahip olursa iş bulur inancı vardı. Basamaklar vardı. Bu basamaklar tırmanılır, bir şirkete girilir, orada tırnak içinde kariyer planlaması yapılırdı. O basamaklar şimdi yok. Onun yerine büyük bir boşluk ve belirsizlik var. Hem aile hem de diplomalı işsiz için büyük bir hayal kırıklığı bu.
TÜİK verilerinde ‘iş aramaktan vazgeçenler’in sayısı da veriliyor. Kim onlar? Neden vazgeçiyorlar? Gözlemleme fırsatınız oldu mu?
Arama sürecinin başında iş bulabileceğini inanıyor. İşsizlik süreci uzadıkça umutsuzluk ve yılgınlık artıyor. İş aramanın kendisi zaten bir iş. CV’ler hazırlanıyor. Başvuru yapılıyor. Çağıracaklar mı diye sürekli nöbet halinde bekleniyor. Sürekli telefon ve mail kontrol ediliyor. Üstelik iş görüşmesine gitmek bile maliyetli bir şey. Sonra ne önerilecek, kabul edilecek miyim? Sonra ‘biz size döneriz’ klişesi. Çok gergin bir süreç. Bu tekrar ediyor defalarca. Dayanma gücü azalıyor her ret yanıtında. Bir süre sonra başvuru bile yapmak istemiyorlar.
Dar gelirli aile çocukları için durum daha da farklı. Zincir mağazalarda çalışanlar bugün genel olarak dar gelirli ailelerin çocukları. Aralarında ön lisans mezunu olanların sayısı yüksek. Lisans mezunu olanlar da çok. Peki şimdi bu çocukların işleri var mı gerçekten? Onların uzun süre iş arama imkanı bile yok.
İşsiz gencin çevresinde ailesinin, arkadaşlarının olması kurtarıcı mı?
İşsizlik tekil yaşanan bir şey, yalnız yaşanıyor. Milyonlarca işsiz olsa da. Çünkü bir aidiyet yok. İşsizler diye bir topluluk yok. Sizin gibi işsiz arkadaşlarınız olabilir ama bir topluluğun parçası değilsiniz. Eğitim bir yatırım gibi görüldüğü sürece, beşeri sermaye yorumları üzerinden kurduğunuz sürece, iyi eğitim almış ve kariyer planını iyi yapmış olmak kişisel başarınız olarak görülüyorsa, işsiz kalmanız da kişisel becerisizliğiniz haline getiriliyor. İşsiz kendini suçluyor. Türkiye’nin yanlış politikalarının elbette farkında. Ama bir noktada yalnız kaldığında suçlama kendine dönüyor.
Peki üniversiteli işsizlerin artması eğitimli olmayı değersizleştiriyor mu? Bilgiye, bilime verilen kıymet daha da azalıyor mu?
Şöyle bir durum var yaygınlaşan. Bugün 20’li yaşlarda olanlarda ‘Okusam da işsiz kalacağım’ düşüncesi yaygın. Yine de diploma bir istikamet. Hatta bir değil birkaç. Açık üniversitelerden ikinci diploma. İktidar bunu da değersizleştiriyor. Diploma sayısı arttıkça değeri düşen bir şey oluyor.
Böyle bir noktada ‘çok sayıda üniversitemiz oldu’ demek övünülmesi gereken bir şey mi?
Hayır üniversite sayısının artması diplomalı işsizliği öteliyor. Bu yapılmasaydı zaten çok yüksek olan lise mezunu işsizlerin sayısı, oranı çok daha fazla yükselecekti. Diplomalı işsiz yığılması bu şekilde ötelendi. Bugün 8 milyon üniversite öğrencisi var. Bu çok yüksek bir rakam. Plansız açılan bölümler artırılan kontenjanlar. Kentin alt yapısı uygun mu? Bunlar hesaplanmıyor. Bir tek görebildiğim kız öğrenciler açısından olumlu yanları olabiliyor taşrada. Onun okula gitmesinin başka yolu yok çünkü.
Bir de sorumluluğu gence yüklemek oluyor bu durum. Ben sana okul yaptım, iş bulmamak senin sorunun gibi. O zaman bu da gençlerin sorunu değil ki plansızlığın bir sonucu. İşsizliği bir sosyal politika olarak görmezseniz, “sana üniversite yapıldı git oku, sonrası senin sorunun” diye bakılırsa olmaz. İntihar edenlerin ardından bile “Onlar zaten problemli, psikolojik sorunları vardı. İnançları yoktu” gibi değerlendirmeler yapıldı. Bir kamu yöneticisi bunu dediği noktada işsizlik intiharlarını böyle değerlendirdiği noktada siyasal ve yönetsel bir sorun vardır.
Dünyada yaşanan işsizlik ile bizdekinin ayırt edici yanı ne?
Güney Avrupa ülkelerinde de kısmen vardır bu; İşsiz gence sağlanacak sosyal desteğin yerini aileler sağlıyor. Bu durumun iki tarafı da olumsuz yönde etkileyen kısımları var. Gencin kendini daha suçlu sorumlu görmesi gibi. Farklı olarak nepotizmin, kayırmacılığın yaygınlığı var. Kayırmacılıkla işe alınılması ciddi bir huzursuzluk kaynağı. Gençler de bunun farkında. Bu ilk etapta siyasal iktidarın en yakını olmak değil daha da ilerlemiş durumda. Ama, iş o kadar değerli ve az ki bir partiye yakın olmanız yetmez orada karar mekanizmasına yakın noktada olmalısınız. Sadece bunu siyasal bağlar içinde düşünmeyin. Sadece kamuda böyle değil. Bir işyerinde ilan verilecek. İlan çıkmadan oradakilerin yakınları arasında paylaşılıyor. Bu çalışan arayan açısından da karlı değil mi? İnsan kaynakları çalışanı düşünün, 10 bin başvuru oluyor bir işe. Ben de araştırma sırasında iş sitelerine başvurdum ve gördüm. 5 günde 10 bin kişi başvurmuş, siz görüyorsunuz bunu. İş ağlarında iş bulmakta da bir eşitsizlik var. Siz alt gelir grubu bir aileden geliyorsanız iş bulma şansınız çok azalıyor. Seçkin bir üniversiteden mezunsanız arkadaşlarınız var. Akrabalarınız bir yerde müdür. Yani o ağın içindesiniz.
Bu kayırmacılık geçmişte de yok muydu? Farkı, çok uluorta yaşanması mı acaba?
Evet vardı. Ama şu vardı eskiden. Eğer bir ‘DAYIN’ varsa hızlı yükselirsin. ‘Dayın’ yoksa hızlı yükselemezsin, işe tepeden başlamazsın ama yine de bir iş bulabilirsin. Şimdi bu yok. Bundan 30 yıl önce İstanbul Üniversitesi’nden mezun olan biri için de işsizlik sorunu vardı. Ama bu kadar uzun yaşanmıyordu, yaygın değildi. Bir de bu ‘Dayı’ meselesi eskiden el altından yapılırdı. Şimdi her şey gözümüzün önünde oluyor.
Artık ‘Çoban Sülü’lerin Çankaya’ya çıkma olasılığı bitti mi?
Elbette şimdi de mümkün. Çoban Sülüler Türkiye birincisi oluyor üniversite sınavında. Ama bunlar tekil başarılar. Mevcudu bunlar üzerinden konuşamıyız. Bu örnekler tehlikeli üstelik. Çok başarılı olan öğrenciyi örnek göstermek de çok yanlış. 20 yıl öncesine dek çocuklar ebeveynlerine göre yukarı doğru tırmanma gibi bir hareketlilik halindeydi. Şimdi işsizlik artık etkilemediği kesimleri etkiliyor. Kentli, orta gelirli, eğitimli, alt gelir ama sabit gelirli ailelerin çocuklarını da etkiliyor.
İşsizler iş beğenmiyor diyenler var. Bu iddia doğru mu?
İş beğenmiyor olabilir. Bir sorun değil ki bu. Bir vaat bir beklenti var üniversite mezununda. Gençlerden biri “Hem muhasebe, hem ofis temizliği yapacağım, hem çay getireceğim, şık giyinip güler yüzlü olacağım ve bana asgari ücret verecek, durum bu diye” anlattı. Neden kabul etsin? Plansızlık neden onların suçu olsun?
Onlar ‘İşsizler ordusu’ diye anılıyor. Kitabınızın adı da ‘Bayağı Kalabalığız’. Bu kalabalık hali nasıl etkiliyor işsizleri?
İşsizliğin yarattığı bir tahribat var. Öz saygının yitimi, kendini sorgulama, kendini ve seçimlerini sorgulama var. İş aramak görüşmeler vs. Her aldığınız ret, bunu bırakın bir görüşmeye bile çağrılmamak onlar çok ağır geliyor. Bu uzadıkça yıkıcı oluyor.
• Avrupa’da nüfusa göre en çok üniversite öğrencisinin olduğu ülke,
• 8 milyon 241 bin üniversite öğrencisinin olduğu ülke. Her bin kişiden 95’inin üniversite öğrencisi olduğu ülke,
• Eğitim seviyesi arttıkça işsizlik oranının yükseldiği tek Avrupa ülkesi. Her 4 işsizden birinin üniversite mezunu olduğu ülke
• İşsizliğin yükseköğretimde, ilköğretimden fazla olduğu tek ülke.
Semra Kardeşoğlu-Birgün
Ev taşıma sektörü ilgi bekliyor