… 1298 yılına kadar Ermenilerin elinde kalan Maraş şehri bu tarihte Memluk Sultanı Hüsameddin Lâçin zamanında yeniden fethedildi. Memluk Sultanı büyük bir ordu ile Ermenilerin üzerine yürüdü. Bu sefere Mısır ve Suriye ümera ve askerlerinin çoğunluğu katıldı.
Hatay Amik Ovası’nda toplanan Memluk Ordusu çeşitli yörelerden Ermeniler üzerine yürüdü. Hama meliki Melik Mansur ile Emir Alemaddin Sencer ed-Devadari Sis’e ve Emir Bedreddin Bektaş el-Fahri, Emir Hüsameddin Lâçin Üstaddar, Emir Bahaeddin Kara ve Arslan Aynzerbe (Anavarza) üzerine yürüyerek önüne çıkan yerleri yağma ve istila ettiler. Memluk Ordusu Ermenileri cezalandırdıktan sonra geri dönmüştü.
Fakat Sultan bunlara haber göndererek Tel-Hamdun ile Maraş’ı almadan geri dönmemelerini istedi. Bunun üzerine Memluk ordusu ikinci defa Ermenilerin üzerine yürüdü. Memluk Ordusu Tel-Hamdun Kalesi’ni fethetti. Halep Emiri Seyfeddin Tabahi Halep askerleri ile Türkmenleri Maraş’a gönderdi. 1298 yılının Haziran ayı içinde Maraş fethedildi. Maraş’ın alınmasından sonra bu havalide bulunan Türkmen boylarına ikta edildi. Maraş şehri 1337 yılında Dulkadir Beyliğinin kuruluşuna kadar Halep naipliğine bağlı Türkmen beyleri tarafından idare edildi.
Miladi 637’de Müslüman Araplar tarafından Bizanslıların elinden alınan Maraş üzerinde iki taraf arasında 300 yıl devam eden bir çekişme başlamıştı. Bu süreç içerisinde Maraş şehri pek çok defa tahrip olmuş ve yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. Maraş’ın doğusunda bulunan Hades adlı şehirde bu çatışma alanındaydı. Her iki şehirde yüzyılın başlarında Bizanslıların eline geçmişti. Abbasi hilafetinin zayıflığından Musul ve Halep’in taraflarının hâkimiyetini ele geçiren Hamdaniler Bizanslılara karşı İslam hudutlarını koruma görevini üstlenmişlerdi. Bundan dolayı da Halep Hamdani Emiri Seyfüddevle Maraş ve Hades bölgesine özel bir önem vererek buradan kendi topraklarına akınları engellemek istedi. Hades geçitleri tutulduğu ve Maraş elde bulunduğu müddetçe Bizanslıların Suriye’nin kuzeyini yani İslâm topraklarını tehdit etmelerinin önüne geçilebilirdi. Bundan dolayı Maraş’ı ve doğusunda bulunan Hades 943’de Seyfüddevle tarafından Hıristiyanların elinden alındı. Ancak Bizans 948’de Hades’i ve 949’da da Maraş’ı yeniden işgal etti.
Seyfüddevle, 952-953’de Maraş yakınlarında Bizanslıları ağır bir yenilgiye uğratarak Hades ve Maraş şehirlerini yeniden fethetti. Hamdani Emiri savaş alanı haline gelen bu iki şehri yeniden inşa etmeye karar verdi. Bizans buna mani olmaya çalışsa da onların orduları geri püskürtüldü. Seyfüddevle Maraş ve Hades’in inşa işi ile bizzat kendisi ilgilendi. Bundan dolayı da Arapların meşhur kaside yazarı el-Mütenebbî onu öven şiirler yazdı. Maraş’ın bugün doğusunda bir harabe halinde bulunan ve üzerine bir köy kurulan Hades’in inşası Kasım 954’de tamamlandı. Aynı sıralarda Maraş’ın da inşası tamamlandı.
Hades şehri eski yerinde yeniden inşa edilirken, Maraş’ın eski olduğu mevkiden yarım saat mesafede günümüzde Namık Kemal semti denilen eski ismiyle Karamaraş tarafına taşınmasına karar verildi.
Çünkü eski Maraş tepeler üzerinde ve dere yamaçlarında kurulu olup, engebeli arazisi sebebiyle yaşamaya ve savunmaya uygun bir yerde değildi. Bunun için şehrin doğusunda Karamaraş denilen bu günkü Namık Kemal semtinin olduğu yer seçildi. Seyfüddevle yeni kurulan Maraş’ın ortasına bir iç kale, askeri garnizon, idari bina, cami ve halkın yaşayacağı meskenler inşa ettirerek etrafını da bir dış surla çevirtti. Seyfüddevle bu işlerle amcasının oğlu aynı zamanda bir şair ve idareci olan Ebu’l-Firas’ı (Ebu’l-Aşair) görevlendirdi. Maraş’ın inşasının tamamlanmasından sonra ahali buraya nakledildi.
Maraş’ın yeniden inşa edilmesinden dolayı Arapların en büyük kaside ve hiciv üstatlarından biri olan el-Mütenebbî Seyfüddevle’yi öven 45 beyitlik bir Maraş Kasidesi yazdı. Bir zamanlar el-Müntenebbî ve Seyfüddevle’nin amcasının oğlu Ebu’l-Firas gibi şairlerin yaşadığı Maraş Hamdaniler zamanında önemli sosyal ve kültürel gelişme göstermiştir. Ne yazık ki bu mamurluk uzun sürmemiş ve şehrin idaresi 962’de (H.351) yeniden Bizans’a geçmiştir. Bundan sonra yüzyıl daha fazla Bizanslıların elinde kalan Maraş 1086’da Selçuklu komutanlarından Emir Buldacı tarafından fethedildi. Ancak 1097’de bölgeye gelen Haçlılar Maraş’ı işgal ettiler. Haçlılar tarafından Maraş’ta 1149’a kadar devam edecek olan bir senyörlük kuruldu. Bu dönemlerde kaynaklarda sıkça geçen ve önemli bir şehir olan Maraş’ın bu durumu uzun sürmemiş ve şehir Haçlıların elinde olduğu zamanda şiddetli bir depremle yerle bir olmuştur.
Maraş’ta meydana gelen bu deprem mahalli olmayıp bölgeseldi. Depremin merkez üssü Maraş olmakla birlikte Urfa, Adıyaman, Antep, Antakya, Adana, Mersin ve Halep şehirlerini etkilemiştir. Bu büyük deprem hakkında dönemin muasır Bizans, Haçlı, Ermeni, Süryani ve İslam kaynakları bilgi vermektedirler. Bu deprem olduğu sırada Maraş şimdiki Karamaraş denilen Namık Kemal semtinin olduğu yerdeydi. Şehir burada yukarıda anlatıldığı üzere yaklaşık 165 yıl önce Hamdani hükümdarı Seyfüddevle tarafından inşa ettirilmişti.
Maraş, Suriye üzerinden geçip Antakya Amik ovasında ilerleyip Maraş-Gölbaşı Adıyaman üzerinden Erzurum’a kadar uzanan Arap fay hattı denilen deprem kuşağı üzerinde bulunmaktadır. Bundan dolayı tarih boyunca Maraş’ın pek çok depreme sahne olduğunu tahmin ediyoruz. Maraş’ta meydana gelen depremlerin yerel olmayıp bölgesel olduğu görülmektedir. Bundan dolayı bu depremlerin bazıları çevrede bulunan ve daha tanınmış yerler olan Halep, Antakya ve Misis gibi yerlerin adı ile zikredilmiş ve Maraş’tan pek bahsedilmemiştir. Maraş bölgesinde tarihin bilinen devirlerinden itibaren günümüze kadar bazıları ağır hasarlı bazıları ise hafif şiddette pek çok deprem olmuştur. Bu depremlerden en hasarlısı ise 1114’te olanıdır. Bu deprem o kadar şiddetli olmuş ki pek çok müellif bunu “Maraş Depremi” şeklinde eserlerine kaydetmişlerdir. Bu depremden dolayı yerle bir olan ve bir enkaz yığınına dönüşen Maraş şehrinin yeri değiştirilerek şimdiki olduğu yerde yeniden kurulmuştur.
1114 Maraş depremini, olayın cereyan ettiği sırada yaşayan ve hadiselere şahit olan müelliflerinin ağızlarından aktarmayı uygun gördük. Ayrıca ikinci dereceden kaynakların birincilerden aldıkları bilgileri nasıl aktardıklarına da dikkat çekmek amacıyla onların yorumlarını da aldık. Böylece bir olay hakkında müelliflerin farklı anlatımları ve düşüncelerini ortay koymayı hedefledik.
Maraş depremi olduğu sırada Urfa’da bulunan, bu şehirdeki sarsıntıya ve yıkıma şahit olan Urfalı Mateos olayı şöyle anlatmaktadır:
“Mareri ayının 12’sine tesadüf eden Pazar günü, Haç yortusunda bir nişane belirdi. Bunun gibi İlahi gazap ne geçmişte ne de bizim zamanımızda görülmüş ve işitilmiş ve ne de kitaplarda okunmuştu. Derin bir uyguya dalmış bulunduğumuz sırada aniden müthiş bir gürültü koptu ve bütün dünya sarsıldı. Yeryüzü şiddetle titredi, kayalar yarıldı ve tepeler çatladı. Dağlarla tepeler şiddetle çınladı. Onlar canlı hayvanlar gibi ses çıkardılar. Dağların sesi, kulaklarda bir ordunun çıkardığı gürültüyü andırıyordu.
Mahlûklar, Allah’ın gazabı altında şaşkın bir vaziyet içine düşmüş olup dalgalı bir deniz gibi titriyorlar ve çalkalanıyorlardı. Çünkü bütün ova ve dağlar sanki bakırdanmış gibi çınladılar ve ağaçtanmış gibi sallandılar. İnsanlar ağır hastalar gibi inliyorlardı. Yeryüzünden dehşete kapılmış umutsuz bir firari gibi figan ve haykırış sesleri yükseliyordu. Bu sesler, zelzeleden sonra da geceleyin bir saat kadar işitiliyordu. Bu felaket esnasında herkes kendi hayatından ümidini kesti ve kıyamet gününün geldiğini zannetti. Çünkü tam bir kıyamet gününü andıran bir hal vardı. Gün Pazar, makam “var” ve kamer de eksilmekte olduğundan, her şey kıyamet gününü andırıyordu.
Bundan dolayı, herkes yeis içine düşmüş ve ölü haline gelmişti. O gece birçok şehir ve bölgeler harap oldu. Harap olan yerler kâmilen Franklara aitti. Diğer bölgelerde ve Müslümanlara ait bulunan yerlerde hiçbir zarar vukua gelmedi. O gece, Samsat, Hısnımansur, Keysun, Raban ve Maraş harap oldu. Maraş’ın akıbeti o kadar feci olmuştur ki takriben 40.000 insan telef oldu. Bu, çok nüfuslu bir şehirdi ve bu felaketten hiç kimse kurtulamamıştı. Sis şehrinde de aynı şey vukua geldi ve sayısız insan öldü. Birçok manastır ve köy harap oldu ve on binlerce erkek ve kadın telef oldu.
Karadağ’da bulunan meşhur Basilien Manastırı’nda, aziz Ermeni ruhanileri, yeni yapılan bir kiliseyi takdis etmek üzere toplanmış bulunuyorlardı. Bunlar ayin icra ettikleri sırada kilise onların üzerine yıkıldı ve otuz ruhani ile iki vardabet enkaz altında şehit oldu.
Onların cesetleri bugüne kadar orada kalmıştır. Maraş yakınında bulunup Hesuantz (Jésuéeens) denilen büyük manastırda da aynı şey vuku buldu. Bu manastır yıkıldı ve bütün rahipler enkaz altında kaldı.
Zelzele durduktan sonra kar yağmaya başladı ve yeryüzü karla kaplandı. Maşgvor denilen meşhur Ermeni rahibi Grigor orada şehit oldu.
Böylelikle birçok Hıristiyan müthiş bir akıbete maruz kaldılar. Bu, onların günahları yüzünden olmuştur. Çünkü bunların her biri, Allah’ın çizmiş olduğu yolu terk edip yanlış yollara girmiş, Mukaddes kitaplarda yazılı olan tembihlerden yüz çevirmiş ve çılgınca hareketlerde bulunmuşlardı. Onlar, Nuh zamanında, telef oluncaya kadar sırf yiyip içmekle vakit geçiren insanlar gibi hareket ettiler ve işte nihayet Allah’ın gazabına uğradılar ve işledikleri büyük günahlar yüzünden telef oldular”.
Görüldüğü gibi müellif olayın sebebini dini düşünceleri ve inancı ile açıklamaktadır. İnsanların ve yöneticilerin tanrıya isyanlarından dolayı onlar şiddetli bir depremle cezalandırılmıştır.
Deprem olduğu sırada bölgede olduğunu bildiğimiz bir haçlı müellifi ve din adamı olan Fulcher of Chartres de olayı şöyle anlatmaktadır: “1114’de Arabistan’ın bir parçasına ve bizim topraklarımız olan Kudüs arazisi içini çekirge sürüleri istila etti. Birkaç gün içinde Mayıs ve Nisan ayları boyunca bizim ürünlerimize şiddetli şekilde zarar verdi. Daha sonra Aziz Lawrance yortusunda (10 Ağustos 1014) bir deprem oldu. Daha sonra Kasım ayının 13. günü Misis’te bir depremle şehrin bir parçası tahrip oldu. Aynı şekilde daha büyük bir deprem, duyulanın en kötüsü, Antakya arazisini sardı ve parça ve bütün olarak kasabaları tahrip etti, duvarların yanında evler de dâhil. İnsanların bazıları acı içinde yığıntıların arasında boğularak telef oldular.
Antakya’nın 60 mil kuzeyinde bulunan Maraş şehrini bu depremin yıktığı söylenir. Evler ve duvarları tamamen kayboldu ve ne yazık ki orada yaşayan insanların hepsi depremde öldü (Birkaç Arap yazarı tarafından zikredilen bu açıkça zikredilmektedir. Maraş’ta olan bu depremi 29 Kasım 1114’te, Antakya’nın üstünde Walter the Chancellor’u tarafından canlı olarak tasvir edildi. Maraş Antakya’nın 100 mil kuzeyinde bulunmaktadır)
Bu depremden Trialeth olarak isimlendirilen Fırat Nehri yakınındaki kasaba da yıkıldı. Bu depremde Maraş senyörü Richard da öldü.
Fulcher of Chartres hiçbir kaynağın zikretmediği 1115 yılında Misis’de meydana gelen bir depremden bahsetmektedir. Bu depremde Misis şehri yıkılmıştır. Antakya arazisindeki diğer yerlerin de acıları daha az değildi.
Süryani Mihail ise Maraş depremini: “1426 (H1115)’inci yılın İkinci Teşrin ayının 29’unda Pazar günü sabah erkenden çok şiddetli bir zelzele oldu ve Maraş şehri kâmilen toprağa gömüldü. Şehrin temelleri havaya uçtu, binalar da yere döküldü. Maraş, kendi sekenesinin mezarı oldu ve bunu görenler dehşet içine düştüler. Bu zelzele esnasında, Keysun’un himmetiyle bu kiliseler tekrar inşa edilmiştir. Bu zelzele neticesinde Samosat da harap oldu. Şehirde, birçok insanlar meyanında, Gargar Kalesi’nin senyörü Konstantinius da öldü. Bütün bu şehirlerde ve köylerde binaların büyük kısmı yıkıldı.” şeklinde anlatmaktadır. Anonim Süryani kaynağı Maraş depremini, “29 Kasım 1114’de Pazar akşamı, güneş batarken bir deprem Maraş’ı yıktı. Tamamen kent yıkıldı. Manastırlar da yıkıldı. Bütün kent duvarı çöktü. Yabancılar dışında 24.000 kişi ve yüzden fazla ruhban ve diyakon öldü. Hısn-ı Mansur ve birçok yer yok oldu.” satırları ile anlatmaktadır.
Süryani Abul’l-Faraç ise: Maraş depremini “H.509 miladi ise 1115’de Son Teşrin’in 29. gününde ve Arapların 6. ayının 29. Gününde son derece şiddetli bir deprem oldu. Bu yüzden bütün Maraş şehri yeraltına gömüldü ve bütün şehir halk için bir mezar oldu. Samosata’da birçok evler yıkıldı ve bu sırada burada bulunan Gargar hâkimi Constantin ile birlikte ile birlikte enkaz arasında boğuldular. Edessa surunun kulelerinden 13’ü düştü. Ve Harran surunun bir kısmı yıkıldı. Balaş Kalesi’nin yarısı ile birlikte 100 ev yıkıldı. Kişum’da Mar Jonh kilisesi ile Kırk Şehit Kilisesi yıkıldı. Fakat bu kiliseler piskopos Dionisius’un yardımı sayesinde yeniden inşa oldu.” şeklinde kaydetmektedir.
İslam tarihçilerinden biri olan Azimî ise: “H.508’de Suriye’de büyük bir deprem oldu, kaleler yıkıldı; depremden önce hava kararmıştı.” Azimî’nin eserinden nakiller yapan Türk asıllı Memluk dönemi tarihçilerinden Ayıntaplı Aynî’nin eserinin Maraş depremini anlattığı kısmını Arapçadan Türkçeye çeviren Ali Sevim’in eserinden naklen: “Suriye’de deprem oldu; kaleler yıkıldı, bu arada Azaz Kalesi de yıkıldı, bu kalede 400 kişi öldü, sadece mescidin damındaki müezzin kurtuldu; İlahi kudret onu, Azaz’ın ön kısmına sağ salim koymuş idi. Halep’e karşı isyan etmiş olan Azaz valisi kaçtı ise de gece kar yağması sonucunda, bazı kimseler onu yakalayıp atabeğe (Lülü) götürdüler”.
XIII. Yüzyılın büyük İslam tarihçilerinden biri olan İbnü’lEsir ise 1114 depremini Maraş’ın adını zikretmeden; “Bu sene (H.509) el-cezire, Suriye ve diğer bazı yerlerde şiddetli depremler oldu. Urfa, Harran, Sümeysat, Balis ve diğer bazı şehirlerin büyük bir kısmı harap oldu, pek çok kişi enkaz altında kalıp öldü.” şeklinde ifadelerle depremi anlatmaktadır.
İbnü’l-Kalanisî ise H. 508 olayları arasında kaydettiği bu depremi, “Şam’da şiddetli bir yer sarsıntısı ile deprem oldu ve insanlar acı içinde kaldılar ve insanlar panik içinde ve korku içinde kaldılar.” ifadeleriyle anlatmaktadır.
Ermeni kaynaklarından Simbat vekayinamesinde M.1114-15’te “Mareri ayına tesadüf eden haç yortusunda, Allah’ın hiddetinden dolayı bir zelzele oldu. Yeryüzü geceleyin sarsıldı, derinliklerden korkunç bir gürültü işitildi, deniz altüst oldu, dağlarla tepeler inledi ve birçok şehir yıkıldı. Antakya, Misis, Hısnımansur, Keysun, Ablasta (Elbistan), Raban, Samosat şehirleri yıkıldı. Maraş, temelinden tıkılıp altüst oldu ve burada kırk bin insan telef oldu. Bu sırada birçok ruhaniler, kilise takdisi ayini içra etmek üzere Karadağ’da bulunan Basilien manastırında toplanmışlardı. Kilise bunların üzerine yıkıldı ve otuz manastır papazı ile iki rahip öldüler.” demektedir.
İbn Aybek ed-Devadarî “H. 508 yılında Haleb’de bir zelzele oldu. Sümeysat ve Maraş’ı yerin dibine batırdı. İki şehirde de insanları helak etti.”
XIV. Yüzyıl tarihçilerinden İbn Kesir bu depremi H. 508 yılı olayları arasında vermektedir. “Bu sene Cezire diyarında korkunç bir deprem meydana geldi. Bu yüzden Cezire’deki kalenin on üç burcu Urfa’da da birçok ev, Horasan’ınsa bazı evleri yıkıldı. Çeşitli beldelerde çok sayıda ev yıkıldı. Bu beldelerin 100.000 kadar ahalisi öldü. Harran Kalesi’nin yarısı yere battı. Yarısı sağlam kaldı. Sümeysat şehri yere battı. Yıkıntılar altında kalan çok sayıda insan öldü.”
Suriye ve Filistin Selçuklu tarihi üzerine önemli bir eser yazan Ali Sevim eserinde Maraş depremine de geniş bir pasaj ayırmıştır. “29 Kasım 1114 gecesi Kuzey Suriye’de, Haleb’i de etkisine alan şiddetli bir deprem olmuştur. Halep’te bir kısım kale duvarları ile Antakya kapısı burcunu yıkan bu depremi birçok insanın da ölümüne neden olmuştur. Aynı şekilde Melikliğe bağlı Azaz İlçesi’nin kalesi de harap olmuş, buradaki Selçuklu valisi kaçarak Haleb’e gelmiş, ancak aralarının açık bulunması dolayısıyla Lülü tarafından derhal öldürülmüştür. Azaz’a, kale ve ilçedeki yıkılan yerlerin süratle onartılması için yeni bir vali gönderilmiştir. Deprem, Halep kalesinde çok az tahribat yapmasına rağmen, haçlıların eline geçen Esarib ve Zerdana kalelerinin büyük bölümlerinin yıkılmasına neden olmuştur. Böylece, esasen gerek Haçlı tehlikesi, gerekse iç yönetimin zalim baskısı ile en kötü ve mutsuz günlerini yaşayan Halep bölgesi halkı, deprem dolayısıyla da yeni ve daha güç yaşam şartlarıyla baş başa kalma durumuna düşmüştür.”
1114 yılında Maraş merkez olmak üzere Adıyaman ve Antakya bölgesini de etkileyen yıkıcı bir deprem meydana geldi. Bu deprem Haçlıların elinde bulunan Maraş’ta büyük hasara yol açtı. Fulcher of Chartres ve Süryani Mikail, Maraş’ın tamamen tahrip olduğunu, evlerin ve surların yıkılarak yeraltına gömüldüğünü ve bütün insanların öldüğünü yazmaktadırlar. Urfalı Mateos da Maraş’ta meydana gelen bu deprem hakkında bilgi vererek Samsat, Hısn-ı Mansur, Keysun ve Raban şehirlerinin de harap olduğunu belirterek sadece Maraş’ta 40000 kişinin enkaz altında kalarak telef olduğunu yazmaktadır. Maraş yakınlarında bulunan Hesuanttz Manastırı’nda bulunan papaz ve rahipler enkaz altında kalarak can vermişler. Deprem Misis taraflarında da etkili olmuş ve Karadağ’da bulunan Basilien manastırı yıkılmış ve birçok din adamı ölmüştür.
Bilhassa Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Maraş, Keysun, Besni ve Raban taraflarında etkili olan bu depremin yol açtığı tahribattan sonra Haçlılar bölgedeki Ermenilerin elinde bulunan şehirleri ele geçirdiler. Böylece Frankların hâkimiyeti Maraş, Antep ve Adıyaman bölgesinde pekişmiş oldu.
Antakya Haçlı kontu Bohemund’un ölümünden sonra Maraş’a dönen ve senyörlüğün başına geçen Richard de Selarno 1114 büyük depremi sırasında hayatını kaybetti.
Güneyde İskenderun Körfezi’ndeki Karataş-Osmaniye Fay Zonu da büyük deprem üretmiş ve üretebilir. 1945’te 6 büyüklüğünde bir deprem olmuş. Adana-Ceyhan’da 145 kişinin ölümüne yol açan 1998’deki 6.3 büyüklüğündeki depremin sebebi de yine bu fay. Bölgedeki sulak verimli tarım arazisinde yerleşildiği için çok büyük bir yapı hasarı meydana gelmişti. Bu fay 17 Ocak 2001’de de kırıldı ve 4.9 büyüklüğündeki Osmaniye depremini üretti. 1114’te Ceyhan, Antakya ve Maraş’ta hissedilen 9 şiddetinde bir deprem olmuş. Kozan, Ceyhan’da 1268’de meydana gelen 9 şiddetindeki depremde ise 60 bin kişi ölmüş.
Tarihsel deprem kayıtları İskenderun Körfezi ve Antakya’da da birçok büyük deprem olduğunu gösteriyor.
Andırın Sismik boşluğunu içine alan Adana, Ceyhan ve Maraş yörelerinde 209, 517, 524, 561, 1114, 1514 ve 1855’te şiddetleri 5 ile 9 arasında değişen büyük depremler olmuştur. Türkoğlu sismik boşluğunda kaydedilen en son deprem 1874’de 8 şiddetinde görülmüştür.
1114 tarihinde Urfa’dan başlayarak Hısnımansur, Besni, Birecik, Samsat, Tel-Başir, Ayıntap, Dülük, Antakya, Halep, Bagras, Derbsak, Misis, Adana, Ayas gibi geniş bir alanda etkili olan Maraş depremi şimdiki ölçümlere göre tahminen 9 şiddetinde olmuştur. Bu deprem Maraş, şimdiki ismiyle Gaziantep, Şanlıurfa ve Adıyaman illeri sınırları dâhilinde yıkıcı olmuştur. Sahil bölgesinde ise bilhassa Adana ve Antakya sınırlarının kıyılarında ise şiddetli bit tsunamiye sebep olmuştur. Bu depremden yüz binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Depremin olduğu sahanın çoğunluğu Haçlı ve Ermenilere ait topraklardı. Bu yüzden onlar arasından ölümler çoktu. Halep ve çevresindeki mıntıkalarda ise Müslümanlar hâkimdi. Oralarda da Müslümanlardan ölenler çoktu.
Tahminlerimize göre şimdiye kadar Anadolu coğrafyasında böyle şiddetli bir deprem kaydedilmemiştir. Bundan dolayı Anadolu’da meydana gelen depremler arasında en şiddetlisi olarak Maraş depremini söyleyebiliriz.
Depremi anlatan daha çok Hıristiyan kaynaklar bunun Tanrı tarafından kendilerini bir cezalandırma olarak görmektedirler. Onlara göre Hıristiyanlar doğru yoldan sapıp Tanrının emirlerine karşı çıkmışlar, günahkâr olmuşlar ve bundan dolayı da onlar bu musibete maruz kalmışlardır. Hıristiyan müelliflere göre deprem sadece Hıristiyanların yaşadığı topraklarda yıkıcı ve ölümcül olmuştur. Müslümanların yaşadığı topraklarda ise depremin bir etkisi olmamıştır. Bu tür anlatımlara Ortaçağ kaynaklarında sıkça rastlanır. Gerek doğulu gerekse batılı ister Müslüman ister Hıristiyan, Yahudi olsun müellifler doğal afetleri ve salgın hastalıkları doğaüstü güçlerin ya da Tanrının insanoğlunu bir cezalandırma olarak değerlendirirlerdi. Bu süreçte insanlar Tanrıya karşı sorumluluklarını hatırlar, ibadetlerini artırırlar, kurban keserler ve yoksullara sadakalarını ve yardımlarını artırırlardı. Bu süreçte insanlar musibetlerden kurtulmak için daha mütevazı olup günlerini oruçlu şekilde geçirirlerdi.
NOT: Bilgileri sitemize ulaştıran Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Sayın Ahmet ÖZKARCI’ya teşekkür ederiz.
Deprem sonrası DASK başvurularında artış yaşanıyor